Aralık 12, 2012


oturduğum kafede yeni bir garson var. gerçi garson olmadı. bu kafe ufak, şirin bir yer. çalışan herkesin her şeyi yaptığı bir yer o sebeple. garson/aşçı vs ayrımı yok. ev gibi. mercimek köfte, kısır falan satılıyor. patates salatası var mesela. öyle bir yerler. lerler. 
bir süredir gelmiyordum gerçi; o sebeple bu yeni insanın ne kadar yeni olduğunu bilmiyorum. bana yeni. geldiğimden beri dikkatimi çekiyor bu çocuk ki geleli iki saat otuz iki dakika oldu. çok heyecanlı biri ya, eheh. eli ayağı birbirine dolanacak gibi ama dolanmaması için uğraşıyor, çabalıyor resmen. ses tonu çok yumuşak ve bi’ o kadar da tedirgin. siparişi alırken yanlış/eksik anlamaktan çok korkuyor gibi. böyle, hızlı konuşuyor. “tamam, tabi, hemen” falan derken, ne dediğini neredeyse anlamayacağınız kadar hızlı konuşuyor ama heyecandan hep. kafelerin çoğunda “ne diye geldin buraya” der gibi bakan hatta bazen suratınıza bakmaya tenezzül etmeyen, sipariş verdiğinizde küfür etmişsiniz gibi davranan çalışanlar var. hah, bu çocuk tam tersi. gözünüzün içine bakıyor. dikkat ettim, herkese böyle. çok naif. çok. ya da öyle görünüyor, bilmiyorum. ve ben bayılıyorum naif insanlara. küçük değil. yani öyle küçük çocuk saflığı ya da temiz yüzlülüğü mü denir, öyle bir durum söz konusu değil. yirmi yaşlarında falandır. koşturuyor hep. ilgileniyor. siparişler geç kalmasın diye dikkat ediyor. az önce birinin bir şeyi mi düştü, masaya mı çarptı, öyle bir şeyler oldu ama tam göremedim ne olduğunu. öyle büyük bir şey değil, sandalyeye falan çarpmıştır biri yanlışlıkla. eheh, olayı tam göremesem de bahsettiğim insanın surat ifadesini gördüm. anlatamıyorum tabii ama, nasıl denir, diyemedim. hakkında bütün söylediklerimi o surat ifadesi ile özetledi.
bunları bana yazdıran, yazmaya başlamadan önce yaptığı şeydi aslında. masalara bakıyordu, boş bardak/tabak vs. var mı diye. benim de kahve fincanı duruyordu masada. boş mu dolu mu diye bakacak, boşsa gelip alacak ama gelip bardağa bakıp gitmenin rahatsız edici bir şey olduğunu düşündü sanırım; ki öyle. vardır hani, kalkıp gitmenizi bekleyen garsonlar dibinize gelip bardağın içine düşecek gibi bakar hatta bardakta az kalmışsa içmenizi beklemeden alır gider. neyse, masaya doğru geldi, böyle dolanır gibi yapıyor, çaktırmayacak diye eheh. masaya fazla yaklaşmadı, bardağı görebileceği bir mesafeye geldi; saniyelik bir bakış attı bardağa ve hızlıca döndü, gitti. o döndükten sonra güldüm baya. gülümsedim daha doğrusu.
bu insanın buradan kazanacağı para çok az. hatta belki para almıyordur bile, yardıma gelmiş olabilir. çünkü bu kafenin çalışanları (böyle çalışanları deyince beş bin kişi gibi oluyor, üç kişi falan işte) akraba sanırım. akraba değillerse de tanıdıklar. öyle varlıklı biri de değil. belki istanbul dışından gelmiştir buraya, üniversite için. okuldan sonra gelip çalışıyordur, bilmiyorum, bilemiyorum. bildiğim, yaşıtı olanların bütün aptal tavırlarından, gösterişinden, abartısından, şımarıklığından, yapmacıklığından uzak olduğu. dedim ya, naif işte. hüzünlü bi’ ifadesi var ayrıca. gülüyor falan bazen ama, bazı insanların yüzüne bakınca anlarsınız ya, ondan. hehe, bir iki dakika önce yan masanın siparişini aldı ve koştu gene. umarım hep mutlu olur.

Hiç yorum yok: