Ekim 12, 2014

film:               benim altı sevgilim
yapım yılı:   1977
yönetmen:   tolgay zilay
senaryo:       berrin giz
dul kadın, altı çocuk. birkaç diyalog.
murat
- murat, murat! hadi bakalım artık eve gidiyoruz.
- anneciğim sen eve git, ben arkandan gelirim sonra.
- lütfen murat, topunu al eve gidiyoruz. bir gün seni dersinin başında görmeyecek miyim? hadi bakiyim.
- anneciğim top oynamak kötü bir şey değil ki. top oynayanların gazetelerde resimleri çıkıyor, televizyona çıkıyorlar, hem çok para kazanıyorlar!
mine
- merhaba mine.
- merhaba anne.
- o ağzındaki nedir kızım?
- pipo.
- pipo olduğunu görüyorum. ağzında işi ne, onu merak ediyorum.
- merak etme, içinde tütün yok.
- tütün meselesi değil kızım, pipo erkeklerin kullanacağı bir şey.
- şimdi kadın erkek arasında fark yok ki annecim, o eskidendi.
- eskiden, şimdi, yarın! kadın erkek arasında daima fark olacak.
- cinsiyet farkından bahsediyorsan haklısın; ama pipo ile cinsiyetin ne ilgisi var? örneğin kadınlar sigara da içiyorlar erkekler gibi.
- yeter canım! seni ikna edebilmem için herhalde yeniden doğurmam gerekecek.  hadi aşağıya gel, yemek yiyeceğiz.
- peki geliyorum.
metin
- ders mi çalışıyorsun?
- evet anne.
- aferim, odan da tertemiz. senden çok memnunum.
- mersi anne.
- mis gibi de kokuyor odan.
- kaç saattir ders çalışıyorum da, hava ağırlaşınca sprey sıktım.
- ama, ağır bir leylak kokusu değil mi?
- evet anne.
- bir dahaki sefere daha az sık, olmaz mı?
- peki anne.
- hadi, şimdi yemek vakti.
meral
- “dünyayı senin için bırakıp, benimle birlikte ağlayacak…”
- bu odanın hali nedir böyle kızım?
- anneciğim, şu iki satırı dinler misin?
- “ey binbir renkli tahtına yaslanmış ölümsüz afrodit! eşsiz tanrıçam! sana yalvarırım kalbimi ıstıraplara boğma!”
- bunlarla uğraşacağına derslerine çalışsan daha iyi edersin.
- anneciğim,şiir aşkın kıvılcımıdır. insana yaşama gücü verir. ben şiir okuduktan sonra daha iyi ders çalışıyorum.
- bu parlak lafları bırak da lütfen yemeğe gel.
mehmet
-  dersini bitirdin mi ki o gitarı almışsın eline? dersini bitirdin mi dedim sana? dersini bitirdin mi diyorum sana, neden cevap vermiyorsun?
- evet dedim ya anneciğim, başımla işaret ettim ya.
- ya, öyle mi? özür dilerim. ama konuşurken şu aleti aramızdan yok etsen iyi olur. şimdi yemeğe gel.
- peki anneciğim.
mustafa
- iyi akşamlar anne.
- iyi akşamlar canım.
- bir yere mi gidiyorsun?
- evet, suna hanımlara.
- ne var ki orada?
- allah allah, sen mi bana soru soracaksın yoksa ben mi sana? şimdiye kadar neredeydin?
- dışarıdaydım.
- dışarıda olduğunu biliyorum, ama nerede?
- istediğim yere gitmek hakkım değil mi?
- nerede olduğunu öğrenmek de benim hakkım.
- bana soru sormak hakkın ama sana cevap vermemek de benim hakkım.
- ben senin annenim.
- biliyorum.
- biliyorsan şunu da bilmen gerekir: senin sorumluluğun bana aittir ve okuldan sonraki vaktini nerelerde geçirdiğini öğrenmek de hakkımdır.
- yani istediğim yerlere gitmeme mani mi olacaksın?
- gerekirse evet.
- ama bu diktatörlük olur. her zaman sözünü ettiğin özgürlük ne olacak?
- pekala, derslerinize çalışın ve erkenden yatın.
çocuklar, kendi aralarında
-  bu anneme bir çare bulmalıyız, artık tahammül edemiyorum. para istedim vermedi, olmaz ki.
- sadece o olsa neyse.
- evet, o ne isterse o olur çünkü para onun elinde.
- n’olacak halimiz?
- para probleminden kurtulmamız gerekir.
- evet ama, nasıl?
- direniş yapalım. o zaman istediğimiz kadar harçlık vermeye razı olur.
- direnişler gayri meşrudur, demokratik yollardan gitmeliyiz.
- ben bu işten bir şey anlamadım.
- çok basit. mesela, her hafta herkes harçlığının bir kısmını versin. böylece toplu bir para olur elimizde. ve sırayla herkesin istediği de yapılır.
- peki ilk seçme sırası kimde olacak?
- tabii ki bende, çünkü bu iş benim sayemde ortaya çıktı.
- kabul.
- ne zaman başlayacağız?
- bu hafta başlayalım.
- peki ama, haftaya ben seçeceğim.
- tabii yaş sırasıyla olsun, en sonda da ben seçerim.
- yaşasın demokasi! sıra bana gelince yeni bir top alacağım.
çocuklar, anneleriyle
- anne, seninle konuşmak istiyoruz.
- ne hakkında?
- sen evde bir kuvvet merkezisin, biz özgürlük istiyoruz.
- siyaset senin kafanı karıştırmış. nasıl oldu da seni hukuk fakültesine verdim anlamıyorum. bu evde özgür değil misiniz?
- daha çok serbestlik istiyoruz.
- hangi konularda? serbestliğin bir ölçüsü yok. mesela seks kitabı alsanız eve sokar mıyım sanıyorsunuz?
- sizin eve sokmadığınız kitapları biz gizlice okuyabiliriz.
- yeter artık, kesin.

Mayıs 13, 2014

iki bin onda, türk dili ve edebiyatı dersi hocasının kendisinin de neden verdiğini bilmediğini düşündüğüm “herkes bu derse uygun olmak şartı ile, aklına gelebilecek herhangi bir şey ile ilgili ödev hazırlayıp sunacak” diyerek verdiği ödev için uzunca bir süre düşünmüştüm ne yapsam diye. alan dersi olmadığı, kredisi çok düşük olduğu ve zaten dersin sınavlarından aldığım notlar iyi olduğu için; hocanın beğenmesi ya da beğenmemesi umurumda olmadan, o çok sevdiğim tiyatro ile olan geçmişime dayanarak, yazıp yazamayacağımı denemek için (ve kendisini yad etmek için; çünkü çok özlemiştim) ufak bir oyun metni yazmaya karar vermiştim ki tiyatro grubundayken bile tek başıma metin yazma girişimim olmamıştı. ha bu arada sadece yazmakla kalmayıp, oynayacaktım da. 
az evvel eski kağıtları ayıklarken yazdığım metne denk geldim. oyun metni deyince iki perdelik bir şey ortaya çıkardığım sanılmasın eheh. çok ufak bir monolog sadece. genel anlamda rezil bulduğumu söylemek istiyorum yazdığım şeyi. büyük bir memnuniyetle kendi adıma utandım; tek bir cümlesi hariç.
"ben, yemek yaparken doğranılan kabaklardan tencerenin içine atılırken, o tencerenin kenarına çarpıp zıpladıktan sonra fırının arkasına düşmüş ve senelerce orada unutulmuş olanıyım. ama benim de avunduğum şeyler var. mesela pişip, hiç tanımadığım birinin sindirim sisteminin gazabına uğrayıp; kabaklığımdan sindirilmemiş besin artıklığına terfi edebilirdim. böylesi çok daha kötü olurdu."

Nisan 30, 2014

“…insan kendi kendisiyle, kendi bedeniyle ve masa, yatak, pencere, leğen gibi dört-beş dilsiz nesneyle çaresizlik içinde tek başına kalıyordu; suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.

yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. bir aşağı bir yukarı yürürdü insan, düşünceleri de onunla birlikte bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu. ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. insan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. bekleyip durur insan. hiçbir şey olmaz. insan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. hiçbir şey olmaz. insan yalnız kalır.

yalnız. yalnız.”

Nisan 28, 2014

Weekly List #2 (dinlemek için, tık.) 


ilk listeyi paylaştığımda “haftalık” kelimesinin sözde kalacağından, büyük ihtimalle uyamayacağımdan bahsetmiştim ki gene kendimi yanıltmadım fakat geç de olsa ikinci liste dinlemeye hazır. geçen seferki gibi, düzensizgillerden. alakasızgiller de denebilir.
spotify hesabı olmayanlara:
the red rose cafe - grayscale soldires
the low anthem - smart flesh
david lynch - are you sure?
tindersticks - let’s pretend
deyarmond edison - time to know
devendra banhart - first song for b
mandolin orange - slither
portishead - roads (live version)
devics - if you forget me
tiny vipers - dreamer
bang gang - one more trip
mark lanegan - man in the long black coat
rob st. john - sargasso sea
the middle east - mount morgan
the middle east - mount morgan end

Nisan 10, 2014

"bir şeyleri son kez görmenin melankolisi son derece gizemli ve şiirsel bir ruh içeriyordu onun için."
çocukken, annem bana artık küçük gelen giysilerimi benden yaşça küçük insanlara vermeye kalktığında ona karşı çıkardım. eğer olur da annemi kıyafetlerimi ayırırken yakalarsam -ki benim karşı çıkışlarımdan ötürü bunu benden gizli yapardı- kıyameti koparır, ayrılmış kıyafetlerin hepsini tekrar dolabıma tıkıştırırdım. bundan ötürü ve tek çocuk olmamın da sağladığı o müthiş destekle, uzunca bir süre beni bencil, paylaşımsız, kendi eşyası söz konusu olduğunda sadece kendini düşünen bir çocuk olarak bildi ailem. bu huyumdan haberdar olan yakın akrabalarımın “bir kardeşi olsa böyle olmazdı” tespitlerini hiç çekinmeden yanımda yapmaları ve yetmezmiş gibi beni nasihatlara boğmaları, hatta kendi çocuklarının ne kadar paylaşmayı bilen insanlar olduklarını her fırsatta kafama kakmaları sebebiyle, onların o bilmediği ve bilseler bile anlayamayacağı düşünceme daha da bağlandım.
"bir şeyleri son kez görmenin melankolisi." tıpkı tarkovski gibi.
ne paylaşmayı sevmemek ne de paylaşmayı bilmemek idi benimkisi. sadece, bana ait, benden bir şeyi bir daha göremeyecek olma fikrinin korkutuculuğu idi. bunun beni üzmesi idi. bir süre benimle olmuş, benim olmuş herhangi bir şeyin bir daha benimle olmayacağını bilmenin hüznü idi. ve ben bu fikir ile çok erken, çok çok erken tanıştım. değil kıyafetlerimi vermek, kırılmış bir oyuncağın o kırılan kısmını bile atamazdım. bu sebeple ev, odam; başkaları için her zaman “çer çöp” olmaya mahkum fakat benim için en değerli olan şeylerle dolup taştı. o zamandan bu zamana, aradan geçen yirmiye yakın senede ne değişti? hiç.
geçtiğimiz günlerde etrafı toparlarken ve benim için de gereksiz ya da çöp sayılabilecek şeyleri ayıklayıp atarken lise yıllarımdan kalmış ufak parfüm şişelerine denk geldim. denk geldim değil de, her seferinde görüp görmezden geldiğim ve durdukları yerde durmalarını sağladığım şişeler. diplerinde kalmış sıvılar parfüm olmaktan çıkmış, en az yedi-sekiz yıllık şişeler. bu sefer atacağım sizi dedim ve attım. attım atmasına fakat şişeler de ben de zorlu bir süreç yaşadık. aslında hiçbirinin bir anlamı yoktu. hediye değiller, herhangi biri ile herhangi bir olay da bağdaşmıyor, baktığımda bana hatırlattıkları spesifik şeyler de yok. yok. sadece çok uzun zamandır benimdiler ve o yıllardan kalma şeylerdiler. şuna da açıklık getireyim: sanılmasın ki her kullandığım şeyin şişesini/kutusunu vesairesini saklıyorum. böyle bir şey değil, atıyorum elbette hatta çok fazla şey atıyorum ama olur ya eskaza atmamışsam ve yıllarca bir yerde durmuşsa; onunla vedalaşmamız biraz zaman alıyor.
çünkü demiş ya; "bir şeyleri son kez görmenin melankolisi."
beni paylaşımsızlıkla itham eden o yakınlardan çok daha paylaşımcı ve çok daha sevgi dolu bir çocuktum halbuki. fırsatını bulsalar birbirlerini parçalayacak yetişkinlerin, bir çocuğu anlamadan bencillikle yaftalamaları da ne acıymış bir yandan, şimdi düşününce.
kardeşin olmaması konusunda haklıydılar belki de fakat paylaşmayı bilmemek kapsamında değil. biliyordum, çok güzel biliyordum. belki, diğerlerine göre nispeten daha yalnız bir çocuk olmaktandır, bilemiyorum; benimle olan cansız şeylere de en az canlılara verdiğim kadar değer veriyordum ve inanın, şimdi de çok işime yarıyor. “atsana bunları, yer açılır”a karşı duruşum, yeni ve bilinmeyene açılacak yerler uğruna hep benimle olan şeyleri tek seferde kendimden çıkarmamam gerektiğini öğretmiştir belki. bir bakıma, ne olursa olsun kendimden uzaklaşmamama; uzaklaşmaya başladığımda kendime geri dönebilmeme vesiledir.
hem, siz istemedikçe sizden gitmeyecek olan şeylerin varlığına biraz olsun sarılabilmek kötü değil. hatta bunu onlara borçlu bile olabiliriz.
çöp kutularının hüznü çok fazla.

Nisan 04, 2014

Weekly List #1 (dinlemek için, tık.) 

kendime iş edindim. her hafta spotify’da bir yeni çalma listesi hazırlayıp bunu sanki dinlediğim şeyler dünyanın en mükemmel şeyleriymiş ve başkalarının da dinlemesi gerekirmiş gibi paylaşmak. uzun zamandır aklımdaydı fakat heveslendiğim şeyleri ertelemeyi kendime görev bildiğimden, bunu da “bugün, yarın, öbür gün” üçlemesine dahil edip beklettim fakat buraya kadarmış; oturdum ve hazırladım.
neden haftalık listeler yapmak istediğimi bilmiyorum fakat fikir aklıma müzik listeleri yapmak olarak değil; haftalık müzik listeleri yapmak olarak düştü. hatta, isimlendirmelerini “weekly list” olarak yapacağım belirmişti kafamda. weekly kelimesinin çok havalı durduğunu düşündüğümden olsa gerek. bu haftalık listeler genellikle belli bir düzene sahip listeler olmayacak olsalar da, bazen konsept listeler hazırlamayı düşünüyorum. sadece tek bir grubu/müzisyeni içeren ya da spesifik bir müzik türü içeren ya da ülke içeren vs. gibi.
tabii yukarıda bahsettiklerim listeyi hazırlamaya başlamadan önce aklımda olan şeylerdi. oturup şarkı seçmeye başlayınca, karmakarışık bir şey hazırladığım halde zorlandım. çok severek dinlediğim şarkılar bile, bir listeye sokup başkaları ile paylaşacağımı düşününce gözümden düştüler. bu sebeple sadece görüntüde “weekly” olarak kalacaklar galiba. neyse, olduğu kadar.
bu haftanın listesi düzensizgillerden. elbette şarkılar arasında uçurum yok fakat birbirleri ile alakalı olduklarını da söyleyemeyeceğim. dinleyecek olanlara şimdiden iyi dinlemeler.
not: spotify hesabınız yok ise dinleyemiyorsunuz.