Nisan 10, 2014

"bir şeyleri son kez görmenin melankolisi son derece gizemli ve şiirsel bir ruh içeriyordu onun için."
çocukken, annem bana artık küçük gelen giysilerimi benden yaşça küçük insanlara vermeye kalktığında ona karşı çıkardım. eğer olur da annemi kıyafetlerimi ayırırken yakalarsam -ki benim karşı çıkışlarımdan ötürü bunu benden gizli yapardı- kıyameti koparır, ayrılmış kıyafetlerin hepsini tekrar dolabıma tıkıştırırdım. bundan ötürü ve tek çocuk olmamın da sağladığı o müthiş destekle, uzunca bir süre beni bencil, paylaşımsız, kendi eşyası söz konusu olduğunda sadece kendini düşünen bir çocuk olarak bildi ailem. bu huyumdan haberdar olan yakın akrabalarımın “bir kardeşi olsa böyle olmazdı” tespitlerini hiç çekinmeden yanımda yapmaları ve yetmezmiş gibi beni nasihatlara boğmaları, hatta kendi çocuklarının ne kadar paylaşmayı bilen insanlar olduklarını her fırsatta kafama kakmaları sebebiyle, onların o bilmediği ve bilseler bile anlayamayacağı düşünceme daha da bağlandım.
"bir şeyleri son kez görmenin melankolisi." tıpkı tarkovski gibi.
ne paylaşmayı sevmemek ne de paylaşmayı bilmemek idi benimkisi. sadece, bana ait, benden bir şeyi bir daha göremeyecek olma fikrinin korkutuculuğu idi. bunun beni üzmesi idi. bir süre benimle olmuş, benim olmuş herhangi bir şeyin bir daha benimle olmayacağını bilmenin hüznü idi. ve ben bu fikir ile çok erken, çok çok erken tanıştım. değil kıyafetlerimi vermek, kırılmış bir oyuncağın o kırılan kısmını bile atamazdım. bu sebeple ev, odam; başkaları için her zaman “çer çöp” olmaya mahkum fakat benim için en değerli olan şeylerle dolup taştı. o zamandan bu zamana, aradan geçen yirmiye yakın senede ne değişti? hiç.
geçtiğimiz günlerde etrafı toparlarken ve benim için de gereksiz ya da çöp sayılabilecek şeyleri ayıklayıp atarken lise yıllarımdan kalmış ufak parfüm şişelerine denk geldim. denk geldim değil de, her seferinde görüp görmezden geldiğim ve durdukları yerde durmalarını sağladığım şişeler. diplerinde kalmış sıvılar parfüm olmaktan çıkmış, en az yedi-sekiz yıllık şişeler. bu sefer atacağım sizi dedim ve attım. attım atmasına fakat şişeler de ben de zorlu bir süreç yaşadık. aslında hiçbirinin bir anlamı yoktu. hediye değiller, herhangi biri ile herhangi bir olay da bağdaşmıyor, baktığımda bana hatırlattıkları spesifik şeyler de yok. yok. sadece çok uzun zamandır benimdiler ve o yıllardan kalma şeylerdiler. şuna da açıklık getireyim: sanılmasın ki her kullandığım şeyin şişesini/kutusunu vesairesini saklıyorum. böyle bir şey değil, atıyorum elbette hatta çok fazla şey atıyorum ama olur ya eskaza atmamışsam ve yıllarca bir yerde durmuşsa; onunla vedalaşmamız biraz zaman alıyor.
çünkü demiş ya; "bir şeyleri son kez görmenin melankolisi."
beni paylaşımsızlıkla itham eden o yakınlardan çok daha paylaşımcı ve çok daha sevgi dolu bir çocuktum halbuki. fırsatını bulsalar birbirlerini parçalayacak yetişkinlerin, bir çocuğu anlamadan bencillikle yaftalamaları da ne acıymış bir yandan, şimdi düşününce.
kardeşin olmaması konusunda haklıydılar belki de fakat paylaşmayı bilmemek kapsamında değil. biliyordum, çok güzel biliyordum. belki, diğerlerine göre nispeten daha yalnız bir çocuk olmaktandır, bilemiyorum; benimle olan cansız şeylere de en az canlılara verdiğim kadar değer veriyordum ve inanın, şimdi de çok işime yarıyor. “atsana bunları, yer açılır”a karşı duruşum, yeni ve bilinmeyene açılacak yerler uğruna hep benimle olan şeyleri tek seferde kendimden çıkarmamam gerektiğini öğretmiştir belki. bir bakıma, ne olursa olsun kendimden uzaklaşmamama; uzaklaşmaya başladığımda kendime geri dönebilmeme vesiledir.
hem, siz istemedikçe sizden gitmeyecek olan şeylerin varlığına biraz olsun sarılabilmek kötü değil. hatta bunu onlara borçlu bile olabiliriz.
çöp kutularının hüznü çok fazla.

Hiç yorum yok: